Fakat, acıdır ki Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılan bütün bu haklı itirazlar etkisiz kalır ve· ordunun terhisine sür'atle devam edilir. Çünkü genel kanaat, İtilâf Devletleri ile herhangi bir mücadeleye giremeyeceğimiz, böyle bir mücadelenin aleyhimize sonuçlanacağı idi. O halde İtilâf Devletlerini gücendirmeyecek, Mondros Mütarekesi şartlarını yerine getirecektik. İstanbul Hükümetinin görüşü ve davranışı bu idi.
Padişah ve hükümetini saran bu umutsuzluğa rağmen, milletimiz, haksız işgal
ve istilâlara karşı nefsini müdafaa yolunda her çabayı gösteriyor;
memleketin çeşitli yörelerinde düşmanla mahalli kuvvetler arasında
çarpışmalar oluyordu. Diğer taraftan mütecaviz dügmana karşı koymak ve
kurtuluş çareleri aramak üzere Anadolu'da yer yer milli teşkilâtlar
oluşturuluyordu. Ancak bütün bu kuruluşlar, ayrı ayn çalışmaları sebebiyle
istenilen ölçüde etkili olamıyorlar, bütün memleketi kapsayan bir hareket ve
birlik gösteremiyorlardı.
Mütareke Türkiye'si, aklın alamayacağı derecede karışık bir Türkiye'dir.
Bölgesel direnme hareketlerine öncülük eden Müdafaa-i Hukuk, Muhafaza-i
Hukuk, Redd-i İlhak gibi cemiyetlerin yanı sıra özellikle İstanbul'da güya
kurtuluş çareleri arayan yüzlerce cemiyet kurulmuştu. İngiliz Muhipleri
Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Türk-Fransız Muhipleri Cemiyeti,
Cemiyet-i Akvam, Müzaheret Cemiyeti bunlann başlıcalarıdır. Kurtuluş
çareleri değişikti. Bir kısmı İngilizlerin, bir kısmı Fransızların
himayesini istiyordu, bir kısmı Amerikan mandasını öneriyordu. Bir kısım
kimseler de Mondros Mütarekesi gereğince padişah ve halife için hükümranlık
hakkı tanınan küçük bir bölgede Osmanlı Devleti'ni sembolik olarak devam
ettirme düşüncesinde idiler. Memleketin içinde bulunduğu karışıklıktan
istifade çareleri arayan bazı cemiyetler de vatan toprakları üzerinde millî
birliği parçalayıcı faaliyetlere girişmişlerdi.
Bu
durum karşısında ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi.Tarih kültürü çok geniş
olan ve tarihten sonuç çıkarmasını çok iyi bilen Atatürk, gerçek kararı
sezmekte gecikmedi. Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli
egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak
idi. Atatürk'e göre önemli olan "Türk milleti'nin haysiyetli ve şerefli bir
millet olarak yaşamasıydı. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun,
istiklâlden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak
mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemezdi. Yabancı bir milletin
himaye ve efendiliğini kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu,
acizlik ve miskinliği itiraftan başka birşey değildi. Halbuki Türk'ün
haysiyet ve gururu çok yüksek ve büyüktü. Böyle bir millet esir yaşamaktansa
mahvolsun daha iyiydi. Öyleyse Milli Mücadele'nin parolası "Ya istiklâl ya
ölüm!" olacaktı.
Artık Anadolu'ya geçerek Millî Mücadele bayrağını açmak gerekiyordu. İşte bu
sıralarda, Mustafa Kemal Paşa'yı İstanbul'dan uzaklaştırmak amacıyla,
kendisine Dokuzuncu Ordu Müfettişliği teklif edildi. Mustafa Kemal Paşa,
kendisine geniş salâhiyetler tanıyan bu vazifeyi kabul etti.
16
Mayıs 1919 günü Bandırma vapuru ile İstanbul'dan hareket eden Mustafa Kemal
Paşa,19 Mayıs 1919 sabahı Samsun'da Anadolu topraklarına ayak bastı.
Kendisinin Anadolu'ya gönderiliş gerekçesi, "Samsun ve çevresindeki
asayişsizliği yerinde görüp incelemek ve tedbir almaktan ibaretti. Hükûmete
verilen İnqiliz raporlarında, bu bölgede Türklerin, Rumlara karşı gerilla
hareketine giriştikleri ve bölgenin asayişini bozdukları bildirilmekte ise
de durum tam tersine idi. Bu bölgede, Pontus Rum Devleti kurma amacına
yönelik geniş bir Rum faaliyeti vardı. Baskı gören Rumlar değil, Türklerdi.
Rum Patrikhanesinden idare edilen Mavri Mira Cemiyeti bu bölgede kurduğu
çeteler vasıtasıyla Türk köylerini basıyor, katliamlar yapıyor, yerli halkı
yıldırmak istiyordu. Bu girişimlere karşı vatansever Türkler de mukabil
çeteler oluşturmuşlar; bölge Rumları ile mücadeleye başlamışlardı. Bütün bu
gerçeklere rağmen Mustafa Kemal Paşa'ya verilen
talimat gereğince bölge Türklerinin direnmeleri önlenecekti. Mustafa Kemal
Paşa, görevi kabul için Ordu Müfettişliği sıfatı ve geniş salâhiyetler
istedi. İstanbul Hükûmeti bu istekleri de kabul etti.
Saray ve İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa'nın bu görevi yapacağını
zannetmişti. Oysaki Mustafa Kemal'in düşünceleri tamamen başka idi. Ama bu
görev, kuşkuları çekmeksizin Anadolu ya geçmek için değerlendirilmesi
gereken bir fırsattı. Kendisine verilen yetkileri de, geri alınıncaya kadar
milletin menfaatleri adına kullanmak vicdanî bir davranış idi. Esasen
olayların akışı da kısa zamanda bunu ispatlayacaktı. Mustafa Kemal Paşa
İstanbul'dan ayrılmadan önce başta sadrazam olmak üzere kabine azalarının
hemen hepsi ile ve en sonunda Padişahla görüşmüştü. Fakat bu kişilerin
hiçbirinde memleketi içinde bulunduğu badireden kurtaracak bir enerji, bir
ümit ışığı görmemiş, görememişti. İstanbul Hükümetinin ve Padişahın
davranışlarında İtilâf Devletlerini gücendirmemek görüşünün ağır ezikliğini
hissetti. Oysaki onların kararlarına uymak değil, karşı koymak lâzımdı. İşte
Anadolu'ya bu gaye ile gidiyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan
ayrılırken yakın arkadaşlarına söylediği şu sözler bu bakımdan büyük önem
taşımaktadır: "Düşman süngüsü altında milli birlik olamaz. Ancak hür vatan
topraklarında memleketin istiklâli ve milletin hürriyeti için çalışılabilir.
Bu gayeyi tahakkuk ettirmek üzere Anadolu'ya gidiyorum".
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'ya geçer geçmez planını uygulamaya başladı. 21
Mayıs 1919'da Kâzım Karabekir'e çekti. Telgrafta bu davranışını şöyle
belirtiyordu: "Umumî durumumuzun aldığı vahim şekilden pek müteessirim.
Millet ve memlekete borçlu olduğum en son vicdani vazifeyi yakından müşterek
çalışma ile en iyi şekilde yerine getirmek mümkün olacağı kanaati ile bu son
memuriyeti kabul ettim".
Mustafa
Kemal Paşa, Samsun'a çıktıktan 2 gün sonra, 21 Mayıs 1919'da Genelkurmay
Başkanlığına Samsun ve çevresindeki asayişsizliğin sebeplerini açıklayan ne
İstanbul Hükûmetinin ne de İtilâf Devletleri temsilcilerinin hoşlanmadığı şu
telgrafı çekti: "Rumlar bu bölgede, Pontus Hükümeti teşkili gibi bir safsata
etrafında toplanmış ve Rum çeteleri hemen kâmilen siyasi bir şekle
dönüşmüştür". 22 Mayıs 1919'da Samsun'dan Sadaret'e gönderdiği raporu da şu
cümle ile noktaladı: "Millet birlik olup hâkimiyet esasını, Türklük
duygusunu hedef almıştır". Bu anlamlı ifadede Anadolu'da beliren Milli
Mücadele azmini sezmemek mümkün değildir. İşte bu raporlar İstanbul'a
geldikten sonradır ki İtilâf Devletleri temsilcileri İstanbul Hükümetinden
sordu: "Tanınmış bir Türk generalinin Anadolu'da ne işi vardır?" Bunun
üzerine İstanbul Hükûmeti, Anadolu'ya gönderdiği müfettişi geri çağırma
girişimlerine başladı. |